asigiresunlum:///////
  İsrailoğulları
 
              


İsrailoğulları denilince akla hemen yahudilik gelmektedir. Yahudilik ve siyonizm kavramları beraber anılmaya başlandığı bu son asrımızda yahudilerin kendileri için benimsedikleri „yahudi“ ismini artık olumsuz gördüklerinden ısrarla „musevi“ kelimesini kullanmaya başlamışlardır.

İsrailoğulları, Kur`an’da Hz.İbrahim’in torunu Hz.Yakub’dan sonra kullanılan bir terimdir. Hem zaman olarak yahudi kelimesinden önce kullanılmaya başlanmış ,hem de mana olarak yahudi kelimesinden daha geniş bir manaya sahiptir. Dolayısıyla İsrailoğulları’nın tarihi Hz.İbrahim’den sonra başlamış oluyor.

Günümüz yahudilerinin ve tarihteki yahudilerin kendilerini Hz.İbrahim’e nisbet vermeleri ve tarihlerinin başlangıcı olarak o zamanı göstermeleri tarihi gerçekleri saptırmadan ibarettir.

Hz.İbrahim, tarihte tağutlara karşı mücadelesi ve putları kırmasıyla övülen ululazm peygamberlerdendir. Resul-ü Ekrem Hz.İbrahim’in torunu olmasıyla iftihar eder ve Hz.İbrahim’e sima olarak benzediğinden onu görme arzusunda olanlara kendisine bakmalarını buyururdu. Hz.İbrahim’in tarihteki konumu ve kendisinden sonra gelen peygamberlerin ondan övgüyle söz etmesi, özellikle İsrailoğulları peygamberlerinin onu kendilerine örnek göstermeleri yahudilerin kendi soylarını Hz.İbrahim’e nispet vermelerine sebep olmuştur. Halbuki Kur’an Hz.İbrahim’in yahudi ve hıristiyan olmadığını açıkca belirtiyor.

Hz.İbrahim bugün Irak topraklarında olan Babil bölgesinde yaşıyordu. Dönemin tağutu Nemrut ile uzun yıllar mücadele ettikten sonra Ken’an diyarı denilen Filistin topraklarına hicret etti. Hz.İbrahim zamanın tağutlarıyla uzun mücadelelerin ardından oldukca yaşlanmış ve henüz bir çocuğu olmamıştı. Allah’tan kendisinden sonra bu hak yolu sürdürecek ve tağutlarla mücadele edecek bir evlat vermesini diledi. Hz.İbrahim’in Sara’dan çocuğu olmuyordu, bu değerli eşinin rızasıyla ile onun kenizi (hizmetçisi) Hacer ile evleniyor ve Allah-u Teala Hacer’den ona bir erkek çocuğu nasip ediyor, ismini İsmail koyuyorlar.

Sara, Lahic peygamberin kızıydı bütün zorluk ve mücadelelerde Hz.İbrahim’in yanında yer almış onun bütün dertlerine ortak olmuştu ve hiç bir şikayette bulunmamıştı. Bazen Hz.İbrahime ömrünün meyvesi olacak bir çocuk dünyaya getirmek istediğini belirtiyordu. Hz.İbrahim Sara’yı çok seviyordu onun yaptığı fedakarlıkları unutmamıştı ama Sara’nın bu isteğinin yaşlanmış olmaları hasebiyle mümkün olmayacağını ama ilahi lütuf sayesinde gerçekleşebileceğine inanıyordu onun için sadık bir niyyetle Allah’tan Sara’dan da kendisine bir çocuk vermesini diledi. Allah-u Teala ilahi bir mucizeyle ihtiyar olmalarına rağmen kendilerine İshak adını verdikleri bir erkek çocuk nasip etti. Böylece Hz.İbrahim’in iki oğlu olmuştu biri İsmail diğeri İshak.

İshak dünyaya gelmeden önce Hz.İbrahim Allah’ın emriyle İsmail ve annesi Haceri Mekke’ye yerleştirdi. İshak ve annesi Sara Filistin topraklarında yaşamlarını sürdürdüler.

İshak büyüyüp evleniyor ve Yakup ismini verdiği bir erkek çocuğu oluyor. Kur’an Hz.İbrahim’in Sara’dan bir cocuk istemesini ve Allah’ın onun duasını kabul etmesini şöyle beyan ediyor: “Biz ona (İbrahime )İshakı verdik fazlalık olarak da Yakub’u verdik ve hepsini peygamber karar kıldık.“ Hz.İbrahim’in nesli bu iki oğlundan; Hz.İsmail ve Hz.İshak’tan devam etti.

Hz.İbrahim’in torunu Hz.Yakub’un oniki oğlu dünyaya geldi, Kur’an-ı Kerim onları Al-i Yakup (Yakupoğulları) olarak belirtiyor. Hz.Yakub’un diğer bir ismi de „İsrail“ idi. İsrail İbranicede „isra“ ve „ İl“ kelimelerinden oluşuyor. İsra „kul“ manasında, İl ise Allah’ın isimlerinden biridir. İsrail, Arapçada Allah’ın kulu manasında olan „Abdullah“ ile eş anlamlıdır. Hz.Yakub’un çocuklarına „Beni İsrail“ yani İsrailoğulları da denilir.

Hz.Yakub’dan önce yaşayan insanlar İbrani dedelerinden birine nisbet verilirdi ama Hz.Yakub’dan sonra İsrailoğulları diye adlandırıldılar. Bu isim Hz.İbrahim’den 100 yıl sonra Hz.Yakub’un soyu çogalıp arttıktan sonra onlara verilmiştir. Dolayısıyla „İsrailoğulları“ terimi hem zaman olarak hem kavim olarak ve hem de isim olarak Hz.İbrahim’den sonra ortaya çıkmıştır.

Yahudi kelimesinin ortaya çıkış sebep ve zamanı hakkında iki görüş vardır:

1.) Hz.Yakub’un çocuklarından birinin ismi Yahuza idi „za“ ekinin yerine „da“ eki konulmuş ve isim Yahud olarak değistirilmiş ve Yahud’un soyundan gelenlere yahudi denilmistir.

2.) Yahud, „hevd“ kelimesinden türemiş dönmek ve tövbe etmek manasını taşımaktadır. Hz.Musa zamanında İsrailoğulları yaptıkları günah ve isyandan tövbe edip Allah’a itaate döndüklerinden dolayı onlara Yahud denildi.

Kısaca söylenecek olursa „Yahudi“ kelimesi arzettiğimiz gibi birinci görüşe göre Hz.Yakub’un oğlu Yahuza’nın soyundan gelen ve ona tabi olanlara; ikinci görüşe göre Hz.Musa zamanında İsrailoğullarından tövbe edenlere denilir. Herhalukarda her iki görüşe göre bu kelimenin ortaya çıkış zamanı farklı olsa da „Yahudi“ kelimesi İsrailoğullarının bir bölümüne denilmektedir.

Böylece bu bölümde „İsrailoğulları“ ve „Yahudi“ terimlerinin çıkış zamanı ve sebebi açıklanmış oluyor.


Hz.Yakup, oğullarıyla birlikte dayısının bulundugu bölgeden Filistin topraklarına göç edip orada yaşamaya başlıyor. Hz Yusuf’un kuyuya atılmasından Mısır padişahı olduğu zamana kadar Yakupoğulları Filistin topraklarında oranın yerlileriyle dostça yaşamışlardır (M.Ö.1750). Hz.Yusuf Mısır padişahı olunca Hz.Yakup ve oğulları Filistinden Mısır topraklarına hicret ettiler (M.Ö.1740).

O zamanlar zengin bir bölge, kalabalık ve yerleşim için mükemmel bir yer olan Mısır, stratejik olarak da büyük bir öneme sahipti. Mısır’a hakim olan dünyaya hakim sayılırdı. İsrailoğulları kendilerine yerleşim yeri olarak Mısır’ı seçip uzun zaman orada kalarak evlenip çoğaldılar büyük bir kabile oldular.

Bu bölgede huzur ve emniyet içinde yaşıyorlardı. Yüzyıllarca bu bölgede kendi inançlarını yaydılar. Hz.Yakup ve Hz.Yusuf’un vefatından sonra Mısır’ın yerlileriyle inanç konusunda ihtilafa düştüler. Mısır’ın yerlileri dinlerinden dönmüş putperestliği kendilerine inanç olarak seçmişlerdi.

Firavun’un Mısır Padişahı olmasına kadar geçen zamanda devamlı aralarında sürtüşmeler ve kavgalar oluyordu. Mısır’ın yerlileri, dedeleri Hz. Yakup, Hz.İbrahim ve Hz.İshak´ın dinine uyan İsrailoğulları’nın kendilerine hakim olmalarından korkuyor, birgün Mısır’a hakim olacakları tedirginliğini yaşıyorlardı. Bundan dolayı inanç savaşı, mezhebi kavgalar başlamıştı.

Firavun Mısır padişahı olunca muşavirlerine (vezirlerine) İsrailoğulları’nın durumunu soruyor. Vezirler İsrailoğulları’nın zengin, varlıklı olduklarını, baştaki padişahlara boyun eğmeyen ve dedelerinin dinlerine bağlı insan olduklarını söylüyorlar. Eğer bunların önü alınmazsa Mısır’ın yerlilerine de hakim olacaklarını belirtiyorlar.

Firavun, vezirlerinin tavsiyesi üzerine tedbirler aldı. Önce Mısır halkını ikiye böldü;

Mısır’ın yerlileri (Gıbtiler)

Göçmenler (Sıbtiler-İsrailoğulları )

İsrailoğulları gelenekleri ve inançları gereği kendilerinden başkasıyla evlenmiyorlar, kendilerinden başkasına kız vermiyorlardı. Dolayısıyla İsrailoğulları gittikçe çoğalıyor, kendileriyle diğerleri arasına duvar örerek kendi nesillerinin diğer ırklarla karışmasını engelliyorlardi.

Bu da Firavun ve etrafını korkutuyordu çünkü Firavun ve Mısır’ın diğer padişahları hep Giptilerden olmuştu.

Firavun, İsrailoğulları’na baskısını arttırıyor onları zor durumda bırakıyordu.Yine vezirlerinin teklifiyle, İsrailoğulları çoğalmasın, güçlenmesinler diye her doğan erkek çocuklarını öldürmelerini, kız çocuklarını serbest bırakmaları emrini verdi.

Erkek çocuklarını öldürme emrini vermesine sebep olarak

Firavun’un rüyası (Hz. Musa´nın doğacağı haberi) zikr edildiği gibi; Onların neslini kesip, kızlarını alarak İsrailoğulları’nı zayıflatıp kendi emrine almak istemeside söylenmiştir.

Firavunun Rüyası

Firavun birgün rüyasında görüyor ki, Beyt-ul Mukaddes´ten yükselen bir ateş Mısırlıların evlerini sarmış bütün Gibtilerin evlerini yakıyor ama İsrailoğulları’nın evlerine birşey yapmıyor.Rüya tabircileri, Beyt-ul Mukaddes´ten bir kişinin çıkıp Mısır’ı helak edeceğini ve Firavunların hükümetini yerle bir edeceği yorumunu yaptılar. Bazı kahinler ise, İsrailoğulları’ndan bir çocuğun dünyaya gelip, Firavun’un saltanatını yıkacağını söylediler.

İsrailoğulları’nı zayıflatıp onlara hakim olmak, kadın ve kızların savaşacak güçte olmadıkları için onları cariye olarak çalıştırmak için onların erkek çocuklarını öldürdüğü ikinci görüş olarak zikr edilir. İki görüş de sebep olarak birbiriyle çelişmemesiyle birlikte ikinci görüşün Kur´an ayetlerinin ışığında daha güçlü olduğu görülüyor.

“Hatırlayın o zamanı ki, Al-i Firavun sizleri şiddetli işkencelere tabi tutuyor, erkek çocukları öldürüyor, kız çocuklarını saklıyordu.”[1]



“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde ululandı, ve halkını bölük-bölük etmişti, onlardan bir topluluğu zayıf bir hale getirme de, erkek çocukları kesmede, kadınlarını bırakmadaydı.”[2]

“Musa katımızdan gerçekle onlara gelince öldürün demişlerdi, onunla beraber iman edenlerin erkek çocuklarını ve bırakın kadınlarını.”[3]

Ayetlerde erkek cocuklarının öldürülmesinin Israilogullarını zayıflatmak için yapıldığı belirtiliyor. Çünkü öldürme, Hz. Musa dünyaya geldikten sonra da devam ediyor. Heralukarda Firavun İsrailoğulları’nın erkek çocuklarını öldürüyor kız çocuklarını cariye olarak saklıyordu.

Firavun, Hz. Musa dünyaya gelmeden önce İsrailoğullarına çeşitli zulümler yapmaktaydı; ellerinden mallarını, servetlerini alıp fakir bırakıyor, Mısır halkını tabakalara bölerek İsrailoğulları’nı en mustazaf tabaka, Gibtileri ise üstün kılıyordu.

İsrailoğulları’nı köleler gibi çalıştırdığı hatta Mısır Firavunlarının Piramit mezarlarını yapmada binlerce kişiyi kırbaçlayarak öldürdükleri tarihi kitaplarda kayedilmiştir.

Bu tür ağır işkencelerin yanısıra tarihde 70000 erkek çocugun öldürüldüğü de nakledilmiştir.

Bütün bu zulüm ve işkencelere rağmen yine de Firavun ve yandaşlarının huzuru yoktu. Çünkü hükumet ve saltanatını yerle bir edecek Firavunların sonunu getirecek ilahi hüccet Hz. Musa, Firavun’un bütün tedbirlerine rağmen dünyaya gelmişti artık. Onbinlerce çocuğu öldürmesine rağmen Hz. Musa’nın dünyaya gelmesini engelleyememişti.

Allah’u Teala, Hz. Musa’yı Firavun’nun sarayında büyüttü.

İsrailoğulları, Hz.Yakup ve Hz.Yusuf’un vefatından sonra gelenekleri ve inançlarının sayesinde hep çoğaldılar zamanın firavunlarının saltanatlarını hep tehdit ettiler. Dedelerinin dinine bağlı kaldıklarından hep zulüm ve işkence gördüler. Hicbir zaman bir yerde hakimiyet kurup hakimiyeti ele geçiremediler. Mısır toprakları onların güçlenip büyük bir kabile oldukları yerlerdir.

M.Ö. 1200 yıllarında Allah-u Teala Hz. Musa’yı Risalet makamına seçti ve Firavun ile mücadeleye başlamasını emretti.

Hz. Musa, uzun yıllar mücadeleden sonra İsrailoğulları’nı Firavun’nun zulmünden, dayanılmaz işkencelerinden kurtardı. İsrailoğulları’nın Hz. Musa´ya yaptıkları zulüm ve haksızlık, hakkı kabul etmemek için getirdikleri bahaneler ve bitmek tükenmek bilmeyen yersiz istekleri ve Allah’a isyanları dolayısıyla Allah-u Teala onları cezalandırdı. 40 yıl boyunca Sina çöllerinde avare yaşadılar, yıllarca sefil bir hayat sürdüler.

M.Ö.1055 yıllarında Hz. Musa’dan sonra Beni İsrail peygamberlerinden Hz.Yuşa bin Nun peygamberliğe seçilip İsrailoğulları’nın başına geçti. Onları perişanlıktan ve zelillikten tekrar kurtarıp güçlendirdi. Yaptıkları savaşları kazandılar. İsrailoğulları tekrar güçlenip eski kudretlerine kavuştular. Tekrar Kenan diyari denilen Filistin topraklarina dönerek Filistin yakınlarında Eriha şehrine yerleştiler. Hz.Yuşa bu toprakları kabileler arasında taksim ederek İsrailogullarını huzurlu bir yaşantıya kavuşturdu.

Yahudiler bu başarı ve zaferleriyle gururlanıp, Allah´ın kendilerine vermiş olduğu nimetleri üstünlük vesilesi sayarak kendilerinden olmayanları ezmeye ve onlara zülmetmeye başladılar, ilahi kanunları çiğnediler, ahidlerine vefa etmediler. Neticede Filistinlilerle yaptıkları savaşta bozguna uğrayıp bütün kudret ve güçlerini kaybettiler. Yine zelil bir duruma düştüler. En küçük bir kabileye dahi karşı koyamayacak hale geldiler.

Allah-u Teala, Hz. Musa hürmetine İsrailoğulları’na birçok nimetler vermişti, bu nimetlerden biride “Ahid Sandığı” idi. Bu sandık sayesinde birçok zaferler ve başarılar elde etmişlerdi. Savaşlarda bu “Sandığı” ordunun en önünde taşıyarak güven ve moral kazanırlardı. Filistinliler ile savaşlarında bütün güçlerini kaybettikleri gibi bu emaneti de kaybettiler.

Bu zelil hayatları uzun yıllar sürdü. Allah-u Teala yine Beni İsrail Peygamberlerinden İşmuil peygamberi onları irşad etmek, bu sefil hayattan kurtararak tekrar izzet kazandırmak için mebus etti. İsrailoğulları da gördükleri zulmden bıkmışlardı. Bu Peygamberin önderliğinde savaşmaya tekrar kudret sahibi olmayı arzuluyorlardı. Hz. İşmuil’den kendilerine bir emir, komutan tayin etmesini istediler. Onunla birlikte savaşarak kaybettikleri izzeti ve topraklarini tekrar kazansınlar diye.

Kur’an-ı Kerim bu olayı Talut ile Calut´ un savaşı adı altında genişce beyan ediyor.

Bakara suresi 246- 252 ayetlerinde onların istekleri ve arzuları seçilen komutana itaatleri beyan edilmiştir.

M.Ö. 1050 yıllarında İsrailoğulları, Talut’un önderliğinde Calut ile yaptıkları savaşı kazanarak ilk yahudi devletini kurdular ve El-Halil şehrini de başkent yaptılar. Böylece tekrar “Kenan” dıyarına (Filistin) hakim olup kudreti ele geçirerek izzet kazandılar.

Bu savaştan önce ilahi mucizeyle Allah-u Teala, Talut´un liyakatinin nişanesi olarak Sandık-i Ahdi kendilerine tekrar gönderdi.

Tabut (Ahid Sandığı) Neydi?

Ahid sandığı hakkında, Tevrat’ta ve yahudiler arasında bir çok tefsirler yapılmıştır. Ama önemli olan Ehl-i Beyt’den bizlere gelen hadislerin bildirdiğidir. Bu “Sandık”, Hz. Musa’nın (a.s.) annesinin, Hz. Musa’yı Firavunlardan korumak için Hz. Musa’yı içine koyup Nil nehrine biraktığı sandık olduğu belirtilmiştir. Firavunun askerleri onu bulduktan sonra hatıra olarak saklıyorlardı. Daha sonra bu sandık İsrailoğulları’nın eline geçti, onlar da Hz. Musa’yı (a.s.) koruduğu için bu sandığı saygı ve hürmet olarak koruyorlardı.

Hz. Musa (a.s.) vefatından önce, Allah’ın hükümlerinin yazılı olduğu “Elvahi Mukaddes”i, kendi zırhını ve diğer bir takım mukaddes seyleri onun içine koyarak kendisinden sonraki peygamber olan Yusa bin Nun’a emanet etti. Gittikçe bu sandığın önemi İsrailoğulları arasında fazlalaştı ve savaşlarda bu sandığı ordunun en önünde götürür büyük bir moral ve manevi güç olarak savaşları kazanırlardı.

Bu sandık onların elinde olduğu müddetçe huzur ve iftiharla hayatlarını sürdürüyorlardı. Ama yavaş, yavaş dini hükümlerden yüzçevirmeleri, verdikleri ahidlere uymamaları, zulüm ve haksızlık yapmalarının neticesinde Filistinlilerle yaptıkları savaşta bozguna uğramış ve bu sandığı da kaybetmişlerdi..

Hz. İşmuil Peygamber, kumandan olarak Allah tarafindan Talut’un seçildiginı söyleyince itiraz ettiler kendilerinin bu makama daha layık olduklarını söylediler bunu üzerine Hz. İsmuil bunun Allah’ın emri olduğuna delil olarak bu sandığın tekrar kendilerine verilmesi olduğunu belirtiyor. Ve Ahid sandığı tekrar kendilerine veriliyor.[4]

Yahudiler kudret ve gücü ele geçirdikten sonra önce ilahi hükümleri terk ederek haksızlık ve zulüm yapmaya başlıyor ve diğer kabileleri kendi hakimiyetlerine alıp onlara hüküm sürmek istiyorlar. Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri unutup azgınlık ediyorlar.

Hz. Musa’nin vefatından sonra 200 yıl boyunca, Hz. Musa zamanında olduğu gibi sudan bahanelerle hak yoldan ayrılmayı sürdürdüler. Rahata kavuştukları anda Allah’a sükr edip kendilerine gönderilen Peygamberin yolunu devam ettirip ilahi emirlere uyacakları yerde hep yanlış yola saptılar, hep isyan bayrağı açtılar.

Hep Peygamberlerin sayesinde, Allah’ın inayeti ile izzete ve güce kavuştular.

Peygamberin vefatından sonra tekrar şirk, putperestlik ve azgınlık yolunu seçtiler.



[1] Bakara / 49.

[2] Kasas / 4.

[3] Mumin / 25.

[4] Bakara / 248.


Hz. Davut ve İsraİloğullar


İsrailoğullarına, Hz. Musa’dan (a.s) sonra birçok peygamber gelmişti, bu peygamberler İsrailoğullarını hidayete ulaştırmak onları refah ve huzura kavuşturmak için büyük zahmetler çekmişlerdi. İsrailoğulları, Allah’ın bu kadar nimetine karşılık isyan etmiş bu peygamberlerden birçoğunu öldürmüşlerdir. Allah-u Teala onların bunca isyan ve zulümlerine karşı yine onlara peygamber gönderiyordu, bu peygamberlerden biri de Hz. Davut idi.

Kuran-ı Kerim’de anlatılan Talut ve Calut savaşı, İsrailoğullarının ne kadar inatçı ve şükür etmeyen bir toplum olduklarını tekrar ortaya çıkarıyordu. Zamanın zalim hükümdarı Calut, herkese zülm ediyor ve kendi hakimiyetine almaya çalışıyordu. Kendilerine yapılan zulüm ve işkencelerden bıkan İsrailoğulları zamanın peygamberine kendilerine bir kumandan tayin etmesini ve onunla birlikte bu zalime karşı savaşmak istediklerini söylüyorlar. Zamanın peygamberi de Allah’ın emriyle Talut’un kendilerine kumandan olarak seçildiğini bildiriyor. Bakara suresinde, Talut’un seçilmesi ve İsrailoğulları’nın tabi tutuldukları imtihanlar şöyle anlatılıyor:

“Musa’dan sonra, israiloğullarından ileri gelenleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere : ‘Bize bir hükümdar gönder ki ( onun komutanlığında) Allah yolunda savaşalım’, demişlerdi. (Peygamber ) Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız, dedi. Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım, dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir. Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine : Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden kendisine genişlik verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah herşeyi ihate eden ve her şeyi bilendir, dedi. Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alameti, Tabut’un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sukunet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alamet vardır, dedi. Talut askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtahan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi ırmaktan içtiler. Talut ve iman edenler beraberce irmağı geçince ( bazıları ): Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler. Calut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kafir kavme karşı bize yardım et, dediler.”[1]

Talut ve Calut’un askerleri savaşa tutuşmuşlardı. Davut, sonradan savaşa katılmış güçlü ve cesur bir gençti. Savaş esnasında elindeki sapanıyla attığı bir taş ile zalim hükümdar Calut´u öldürüyor. Bu neticesinde İsrailoğulları arasında büyük bir itibar kazanmıştı. Calut ‘un ordusu, Calut öldürüldükten sonra korkup kaçıyor böylece Talut savaşı kazanmış, Allah`ın inayeti ile kaybettikleri topraklarına tekrar kavuşmuş oluyorlardı. “ Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler. Davut’ da Calut’u öldürdü. Allah ona( Davut’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti...”[2]

Hz. Davut, Talut´un kızıyla evleniyor ve Talut hükümetine başkumandan olarak atanıyor. Davut, katıldığı bütün savaşları, hem cismi gücünü, hem de akli gücünü kullanarak kazanıp bu makama layık olduğunu ispat ediyordu. İsrailoğulları da ona büyük ilgi gösteriyordu. Talut’un vefatından sonra Allah-u Teala İsrailoğullarına Hz. Davud’u Peygamber olarak seçiyor.

Hz. Davut, peygamber olduktan sonra hükumetin başkentini Habrun (El-Halil)’den, Yabus (Beyt-ul Mukaddes)’e taşıdı.

Allah-u Teala, Hz. Davut’a vermiş olduğu nimetlerin yanısıra peygamber olduktan sonra da peygamberliğinin nişanesi olarak da bir çok mucize inayet ediyor :

1. Cismi ve siyasi güç

2. Güçlü bir hükumet

3. Hikmet sahibi

4. İlim ve adaletle hüküm verme gücü

5. Dağların onun emrine verilmesi

6. Kuşların onun emrine verilmesi

7. Zırh yapma sanatı

8. Demiri ısıtmadan eliyle istediği şekle sokma gücü

9. Güzel ses

10.Çok tövbe ve ibadet eden

11.Hz. Süleyman gibi bir varis

Hz. Davut (a.s.), Allah’ın kendisine vermiş olduğu bu nimetler sayesinde hükumetinin sınırlarını genişletmiş, İsrailoğulları’na büyük izzet kazandırmıştı. Ama İsrailoğulları bunca nimet ve inayete rağmen yine de Allah’ın emrine tamamen teslim olmuyor, basit bahanelerle isyana başvuruyorlardı. Hz. Davut, bir taraftan şirk ve putperestlikle diğer taraftan da İsrailoğulları’nı hak yolda tutmak için mücadele veriyordu. Ama İsrailoğulları kendilerine verilen bunca nimetlere şükr etmiyor, nankörlük ederek Peygamber’e ve Allah’ın emirlerine karşı geliyorlardı.

Allah-u Teala ceza olarak isyan eden İsrailoğulları’na taun hastalığı belasını gönderiyor, binlerce kişi bu hastalıktan ölüyor.

Hz. Davut (a.s.), İsrailogulları’nın bu beladan kurtulması için onları toparlayarak topluca dua etmeye çıkıyor. Mescid-i Aksa’nın bulunduğu yerden meleklerin gökyüzüne yükseldiğini gören Hz. Davut, bunun ilahi bir işaret olduğunu anlayıp kavmi oraya götürüyor. Ve dua etmeye başlıyorlar, secdeye gidip ağlayıp yalvarıyorlar, daha secdeden kalkmadan Allah belayı yok ediyor. Hz. Davut (a.s.), dua kabul olduğu için Allah’a şükür olarak o yere bir Mescid yapılmasını emrediyor. Ve bu Mescid daha sonraları peygamberlerin ve müslümanların ilk kiblesi olan Mescid-ul Aksa
olacaktı.

Kur’an-i Kerim’in aşağıda da verilen ayetlerinde Hz. Davut’a verilen nimetler beyan edilmektedir:
Bakara /251, İsra/ 55, Sebe/ 11-13, Sad/ 17-30, Nisa/ 163, Enbiya/ 78-80.
--------------------------------------------------------
[1] Bakara / 246-250.

[2] Bakara/ 251.


 
  38614 ziyaretçi (84145 klik) sitemizi ziyaret etmiştir  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol